Dolar

32,4734

Euro

34,9533

Altın

2.437,28

Bist

9.716,77

Bir Ticari Meta Olarak Tarih ve Din

6 Yıl Önce Güncellendi

2019-01-25 08:16:47

Bir Ticari Meta Olarak Tarih ve Din

İnsanlarının bu kadar kolay kandırıldığı, bu kadar hızlı istismar edildiği, ayak üstü dolduruşa getirildiği bir başka ülke var mıdır bilmiyorum?

Süt bebelerinin tezgahladığı, Çiftlikbank vurgununu, görkemli jet Fadıl soygunlarını, Titan Saadet Zincirlerini, Ali Kalkancıları, PKK'yı ve FETÖ'yü hatırlayın… Damada kanıp, suç filmlerine şapka çıkarttıracak cinayetlere, tecavüzlere bulaşan Palu ailesini anımsayın…

Duygu ve inançları istismar etmek konusunda uzman olanlar için Türkiye tam bir vurgun cenneti aslında…

Bu durum, kandıranların çok zeki olmalarından kaynaklanmıyor.

Kandırılanların inanmak, aldatılmak, istismar edilmek için can atmasından; ne yapıp edip kendilerini kandıracak birilerini bulmalarından, kendilerini kandıranları kahramanlaştırmalarından kaynaklanıyor.

Yani adli olmaktan öte, sosyolojik ve psikolojik bir durum bizimkisi...

Kandırılmaya hazır bir müşteri profili varsa bu fırsatı kullanarak kitleye arzu ettiği yalanı söyleyecek ahlaksız birileri de olacaktır elbette. 

Aldatmanın en yoğun olduğu taraflardan bir kaçı şunlar.

Bir taraf…

Hakkında yazılan kitaplar ve sansasyonel pazarlama teknikleriyle Mustafa Kemal'i tam anlamıyla ticari bir metaya, politik bir rant aracına dönüştürüyor. İştah o kadar büyük ki birkaç saatte, tanesi iki bin beş yüz liradan satılan kitaplar bitebiliyor…

Diğer taraf…

Kardeş katlini kutsayarak, gerçekleri örtbas ederek, vakaları abartarak, şahsiyetlere insanüstü roller biçerek efsanevi bir tarih meydana getiriyor ve hayali Osmanlı, hakkında milyonlarca kitap yazılan bir piyasaya dönüşüyor.

Öbür tarafsa…

En somut örneğiyle, “5 adet Cin mektubu, 5 adet aile içi muhabbet duası, 49 TL” diyerek pazarlama stratejilerini din dedikleri o “şeye” dayandırıp, onu, kirli bir kazancın garantisi haline getiriyor.  

Türkiye'deki toplumsal hareketler, ticaret ve siyaset, akılcılıktan tamamen uzak bu fay hatlarının üzerinde yükseliyor…

Siz başka taraflar da ekleyebilirsiniz elbette ama ben aktüeli kaçırmamak adına şimdilik burada duracağım.

Bana göre bu üç taraf arasında büyük benzerlikler var. 

Mustafa Kemal'i , Osmanlı'yı ve din adı altında hurafeleri pervasızca pazarlayanlar, gerçekleri ört bas ederek büyük ve sarhoş edici bir tarih ve de din yarattılar. İnsanları realiteden kopararak bu gerçek dışı algının, kör inancın esiri haline getirdiler. Her ne kadar karşıt olarak görülseler de, iç içe geçmiş ve birbirini besleyen bu üç kesim; sarhoş olmak isteyen, aydınlanmamış, sorgulamayan kalabalıkları daima büyütmeye çalıştılar. Varlıklarını ve geleceklerini bu kalabalıkların cehaletinde gördüler.

Türkiye'deki siyasal kutuplaşmadan en karlı çıkan kişi olan, düşmanlaştırmayla, Atatürk pazarlamacılığıyla servet edinen Yılmaz Özdil'e tek laf etmeyen Kemalistlerin, Osmanlı ve din-hurafe ticareti yapanlara söz söylemeye hakları yok.

Bu, diğer taraflar içinde geçerli…

Ahmakça akıl yürütmelerle, efsanelerle örülmüş bir tarihi ağzı açık dinleyen ve mukaddes dini, onun sembollerini pazarlayanlara, bu din istismarıyla servet edinenlere itiraz etmeyenler hangi gerekçe ile Özdil'in sömürüsüne itiraz edecekler?

Bence bu üç istismarcı grup da benzer bir cehaletten, benzer bir hamasi kültürden, benzer bir ahlaksızlıktan besleniyorlar ve aklı selime değil, hayallere sesleniyorlar.

Türkiye yükselen, güçlenen, hırçınlaşan ve kamplaşan cehaletle kültürel anlamda giderek bir çöle dönüşüyor ve bizim nefes alacak ormanlarımız, sulak arazilerimiz anbean azalıyor…

Yeşil, sulak ve müreffeh bir gelecek ümidimiz tükeniyor…

Yukarıda saydığım üç sınıfa da dahil olmayan dördüncü bir taraf var ki, bu ortamda –imkansız gibi görünen- bütün iş onlara düşüyor aslında. Çünkü istismarcılardan kurtulmak ve çölleşmeyi durdurmak için; iklimi nemlendirmek, coğrafyayı yeşillendirmek yani bilgiyi, aklı, tenkidi ve vicdanı tüm toplumda yaygınlaştırmak  gerekiyor.

Yoksa bu koca çöl, hepimizi yutacak!

NİHAT HATİPOĞLU ATAMASI DOĞRU MUYDU?

Televizyon kariyeri, cami vaazı düzeyinde menkıbeler anlatmakla geçen bir kişinin bir “Bilim ve Teknoloji Üniversitesine” rektör olarak atanması tuhaf mı?

Bu durum, Nihat Hatipoğlu Hoca'ya “Uzaydaki astronotlar nasıl abdest alabilir?” sorusunu soran zihniyet kadar tuhaf değil bence.

Bence Hatipoğlu'nun rektörlüğe layık olup olmadığını tartışmadan önce; yüzlerce yıldır orucu bozan şeylerin ne olduğunu bir türlü anlayamayan, kendini tiner dökerek yakan ama orucunun bozulup bozulmadığını merak eden ve din denince “astronotların abdesti” aklına gelen fantastik kitleyi tartışmak gerekir.

Haber Ara